es-Selamü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtüh.

Cumanız mübarek olsun.

Zamanı üçe ayırmış büyüklerimiz: Birisi mâzi, birisi şu anda içinde bulunduğumuz zaman, birisi istikbal, gelecek zaman diye üç bölümde mütalaa etmiş. Çünkü bunlara yapılacak muamele değişik olacak. Mâzi, geçmiş zaman, geçmiş gitmiştir, onun için yapılacak şey sadece mâzinin düşünülmesi, müzâkere edilmesi, muhasebe edilmesidir.

Bu mâzi nasıl geçti, Allah'ın rızasına uygun mu geçti, ne gibi hatalar oldu, ne gibi işler yapıldı?

Onları düşünüp, onlardan ders almak, ibret almak. Bir de hatalarına tevbe istiğfar eylemek, Allah'tan af dilemek, iyi işleri yapmaya da kalbinden düşünüp niyetlenmek, "Ben ilerde şunu yapacağım." diye. Çünkü mü'minin niyeti amelden hayırlıdır. Niyetini yapamasa bile niyetinden dolayı sevap kazanır.

İkinci zaman; içinde bulunduğumuz zamandır. İslâm'a göre en kıymetli, üzerinde en çok durulması gereken zaman parçası içinde bulunduğumuz zamandır. Çünkü içinde bulunduğumuz zamanı iyi değerlendirirsek bütün zamanlar iyi geçmiş olur. Zamanı şu anda nasıl değerlendiriyor, nasıl geçiriyor, Allah'ın rızasına uygun mu şu anda yaptığı işler, bulunduğu yer, iştirak ettiği faaliyet, Allah'ın rızasına uygun mu, diye düşünmesi lazım. Ve Allah'ın rızası ne ise onu yapmaya dönmek. Allah'ın sevmediği, "yapmayın" dediği bir iş üzerinde ise hemen bırakmak gerekir. Gaye Allah'ın rızasını kazanmaktır. Allah'ın sevdiği, razı olduğu işleri âmâl ü ef'âli yapmaktır. Sevmediği işleri de bırakmaktır. Zikirden, Allah'ı anmaktan, hatırlamaktan murat da budur. İtaattir. Yani Allah'ı zikredecek, hatırında tutacak ama hatırına getirdiği halde ona isyan etmeyecek. Hem Allah hatırında, Allah'ın kendisini gördüğünü, hesaba çekeceğini biliyor hem de günah üzerinde devam ediyor. Bunun kıymeti yok.

Onun için "Bir insan, eğer elinde tesbih olsa Lâilâhe illallah veya Allah demekte olsa bile o anda günah üzere, kötü bir yol üzere, yanlış bir iş üzere ise Allah'ı zikretmiyor demektir." diye hadîs-i şerîflerde bildiriliyor. Zikirden de murat Allah'ı hatırlayıp Allah'a itaat etmek, rızasını kazanacak işleri yapmaktır. Onun için içinde bulunduğumuz, sahip olduğumuz zaman, en önemli zamandır. Mâzi geçmiştir, elimizden kaçmıştır. İstikbal ya gelir ya gelmez. Önümüzdeki zamanı, kaç sene yaşayacağımızı bilmiyoruz, seneyi bırakalım kaç saat, kaç dakika yaşayacağımızı bilemeyiz. Yahya Kemal'in dediği gibi:

Bir tel kopar âhenk ebediyen kesilir.

Birden hayatın ebediyen kesilebilir, tel kopup insanın eceli gelip vadesi yetip bitebilir. Sahip olduğumuz zaman, içinde bulunduğumuz zamandır. Bir de önümüzdeki zaman var. İstikbal bizim için avantajlıdır. Çünkü istikbali düşünüp planlama yapmamız mümkün. Çeşitli planlar, projeler, stratejiler, taktikler, niyetler, projeler hazırlamak mümkün. İslâm'da yapılmamış olsa bile iyi şeyleri düşünmenin, planlamanın, temenni etmenin, niyet etmenin sevabı var. Bunun için istikbale ait böyle ön çalışmalar yapmamız lazım ve yapmak için de fırsat var elimizde. Çünkü henüz o zaman gelmemiştir, gelecektir.

Bunun için anlatıyorum. Bunlar çok önemli bilgiler.

Zamanı iyi kullanmak müslümanın önemli bir vazifesidir. Zamanla ilişkisi müslümanın çok önemlidir. Hepimizin kolunda saat var ama saatlere, dakikalara, saniyelere, günlere önem vermezsek o saatin kıymeti yok. Yani dakikalar, saniyeler bile kıymetlidir, bir saniyenin bile boş geçmemesi lazımdır.

Evet, şimdi bunları söyleyiş sebebim önümüzdeki hafta içinde en önemli olay nedir?

Yakın istikbalimizde, önümüzdeki günlerde en önemli olay nedir?

Benim düşündüğüm, benim puanladığıma göre, en önemli olay hicrî yılbaşı. Hicrî sene bu haccı yaptığımız ay ile beraber bitti. Zilhicce ayı ile beraber bitiyor ve yeni bir hicrî yıl başlıyor.

Biliyorsunuz Arabî, kamerî ayların isimlerini. Hepsini sıra ile bilmeseniz bile çoğunu duymuşsunuzdur. Çünkü bazen doğan çocukları hangi ayda doğdu ise onunla isimlendirirler. Mesela çocuğun ismi Ramazan olur.

Niye Ramazan ismi veriliyor?

Çünkü Ramazan'da doğmuştur. Mesela çocuğun ismi Receb olur, Şaban olur.

Neden?

Çünkü Receb'te, Şaban'da doğmuştur. Demek ki en aşağı üç tane ayı biliyorsunuz. Receb ayı, Şaban ayı, Ramazan ayı.

Sonra hangi ayları biliyorsunuz?

Mesela atasözlerimize, halk deyişlerimize girmiş, Cemaziyelevvel var. Aslında Arapça telaffuzu ile Cumadelûlâ. "Onun Cemaziyelevvel'ini bilirim." Yani mâzisini bilirim. Küçükken ne yaptığını, daha önce ne durumda olduğunu bilirim mânasında. Muharrem ayı var, Safer ayı var. Bunları duymuşsunuzdur. Şimdi şu konuşmayı yaptığım gün, bir hicrî senenin son günü veya son gününden bir gün önceki gündür. Zilhicce ayının sonuncu günü veya sonundan bir gün öncedir.

Niye sonuncu günü veya sonundan bir gün öncesi diyorum?

Çünkü Arap takvimlerini inceledim Mekke-i Mükerreme'de, hatta onlardan yanıma birer tane aldım, hem cep takvimi aldım hem masa takvimi var, hem duvar takvimi var, onlarda geçtiğimiz, yaşadığımız senelerin en son günü bu cuma günü, yarın cumartesi günü yeni hicrî yıl, yılbaşı. Yani 1 Muharrem oluyor. Fakat bizim takvimleri de inceledim. Bizim takvimler yarın değil, cumartesi değil, pazar günü 1 Muharrem'dir, diyorlar. Binaenaleyh bizim yılbaşı 1 Muharrem pazar günü olduğu için pazar günü başlıyor olsun. Yani bu günden yeni bir yılbaşının arefesinde olduğumuzu ya yarın ya da öbür gün yılbaşı olduğunu biliyoruz.

Tabii hemen bir soru hatırınıza gelmiştir. Neredeyse sorularınızı duyar gibi oluyorum. Niye onlarda öyle, bizde niye böyle, fark neden diye. İkisi de hesapla olduğu hâlde. Çünkü rü'yet daha bahis konusu değil. Gözleme işi daha bahis konusu olmadan, niye hesapta bile fark var? Yeni bir yılın girişini hesaplamada niye fark var?

Tabii bu teknik bir konu. Ama şöyle söyleyeyim, kısaca söylemek gerekirse bizim dinimizde çok pratik, çok sade çözümlere bağlanmıştır olaylar, çok tabiate uygundur, her şey fevkalâde hayatın akışı içinde kolaydır, kolaycacık suyun akışı gibi aşağı doğru akar gider. Her şey güzeldir.

İslâmî, kamerî takvimde yeni bir ay ne zaman başlar?

Akşam güneş batarken, ufukta yeni hilâl görününce başlar. Yani bu akşam eğer yeni hilâl görünürse, yarın yeni bir ay başlıyor demektir. Güneş battıktan sonra ufukta incecik bir hilâl görünürse yarın ayın 1'idir. Daha önceden beri gözlüyorsunuz, görmüyorsunuz, görmüyorsunuz… derken bir akşam karşınızda güneş battıktan sonra incecik bir hilâli görebiliyorsunuz. Tamam, demek ki ay, dünya ile güneşin arasındaki doğrultudan biraz daha yan tarafa kaymış. Böylece kenarı güneş ışınları tarafından aydınlanacak hâle gelmiş hilâl. Demek ki "kavuşum noktası"nı geçmiş diyoruz biz buna, teknik tabir. Araplar "içtima noktası" derler. Türkçe kavuşum deniliyor. Batı dillerinde de bir karşılığı vardır. Şu anda hatırlayamıyorum. Demek ki kavuşumu geçmiş hilâl görünebiliyor. Tamam, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz yeni bir ay'ı böylece anlatmış. Yani hilâli gördüğünüz zaman ertesi günü yeni bir aydır. Gayet kolay.

O devri düşünün, çeşitli ülkeleri, bölgeleri düşünün, insanları düşünün, zamanı nasıl ayarlıyorlar?

Akşamleyin ufka bakarken, zaten o vakit akşam namazı vaktidir. Zaten hazır olacak. Ufka bakarken yeni hilâli gördü mü, demek ki yeni ay başladı diyecek oradan sayacak. Peygamber Efendimiz Ramazan'ın tespiti hususunda da bu esası koymuş. Hilâli gördüğünüz zaman ertesi günü Ramazan demektir, oruç tutmaya başlayın. Ondan sonra 29 gün veya 30 gün geçecek. Çünkü küsurattır. Küsurat bazen bu tarafa eklenir, bazen de öteki tarafa eklenir. 29 veya 30 olur. Bir daha hilâl gördüğünüz zaman bayramdır. Yani artık Ramazan bitmiştir. Ramazan'dan sonraki Şevval ay'ı gelmiş demektir. Hilâli gördüğünüz zaman oruç tutun, hilâli gördüğünüz zaman orucu bırakın, bayram yapın diye hilâle bağlanmış olduğu için biz hilâlin görünmesini esas alıyoruz.

Peki, Araplar bu hesabı bizden bir gün önce niye çıkartmışlar?

Biz, Peygamber Efendimiz "Hilâl gördüğünüz zaman yeni ay başlamıştır ona göre hareket edin." diye emrettiğinden hilâli görmeyi esas alıyoruz. Şimdiye kadar da o esas alınırdı. Herkesin görmesi esas alınırdı. Hilâli gözleme önemli idi. Ramazan'da da önemli idi. Ramazan'ın bitimini tespit için Şevval'de de önemliydi; bir de Arafat'a ne zaman çıkacağını bilmek için Zilhicce dediğimiz hac ayının da başlangıcını bilmek önemliydi.

Böylece en aşağı üç ayın bilinmesi önemli. Bir de bunların doğru tespiti için daha önceki ayların tespiti önemli olduğundan müslümanın bu hilâli takip etmesi lazım. Hilâlin macerasını bilmesi lazım. Nasıl hilâl olur, nasıl yarım ay olur, nasıl dolunay olur, nasıl tekrar küçülmeye başlar, ay başında ne zaman görünür, ay sonunda ne zaman görünür. Bunları müslümanın bilmesi lazım. Biz ona uyuyoruz. Onun için demek ki bu akşam hilâl görünmeyecek, yarın akşam görünecek ki pazar günü Muharrem'in 1'i olacak diyoruz.

Araplar o zaman ne yapmış oluyorlar?

Araplar görünmesini esas almadan teorik olarak kavuşum noktasını geçtiği zamanı esas alıyor olabilirler. Hani şu anda artık nazarî olarak göz görmez, hilâl yoktur ama ay dünya ile güneş arasındaki doğrultunun hizasına gelmiştir, düzleme gelmiştir oradan tam sıfır noktasındadır, kavuşum, içtima noktasındadır, bir saniye sonrası artık yeni ay diye böyle hesaplamış olabilirler. Bu bir bilimsel temeldir. Baz diyoruz buna. Bu temele göre düşünürse insan, o zaman teorik olarak içtima noktasını geçince, yarın ayın 1'i olur diyebilir. Ama biz de Peygamber Efendimiz hilâl göründüğü zaman yarın 1'i olur diye buyurduğu için biz de ona riayet etmiş oluruz. Bu da bir bazdır.

Bizimki de hadîs-i şerîfe dayanma temellidir. Onun için biz pazar günü bayram yapmış olabiliriz. Tabii temenni ederiz ki bunların hepsi bilim adamları, devlet adamları, sosyal ve dînî meseleleri inceleyen kuruluşlar, Diyanet İşleri Başkanlıkları tarafından karşılıklı konuşulsun. Ümmet tek bir takvimle bu işi rayına oturtsun diye temenni ederiz ama öyle değil.

Cumartesi veya pazar günü dînî bir yıl başlıyor. Bu heyecanlandırıcı mühim bir olay.

Biz yeni bir yıl başladığı zaman hangi duyguların içine giriyoruz müslüman olarak?

Geçmiş yılın muhasebesine giriyoruz. Nasıl geçti geçmiş yılımız diye onu düşünüyoruz. Ondan sonra da "Gelecek yılı nasıl geçireyim?" diye tefekküre dalıyoruz, planlar yapıyoruz. Bu bakımdan bizim için önemli oluyor. Şimdi kamerî yılın Ramazan'dan sonra bir Şevval ay'ı vardır, bayramın ilk günleri ile başlayan, ondan sonra Zilkâde vardır. Zilkâde, hacdan bir önceki ay olur. Kâde oturmak demek, biliyorsunuz.

Mesela namazda da oturmaya el-kâdetü'l-ûlâ deniliyor. Dört rekâtlı bir namazın ilk iki rekâtını kıldıktan sonra oturuyoruz, biz et-Tahıyyâtü'yü okuyoruz, Teşehhüd okuyoruz, el-kâdetü'l-ûlâ. Ondan sonra veya dört rekâtı tamamladıktan sonra oturmamıza el-kâdetü'l-âhıra diyoruz. Son oturuş demek oluyor. Kâde oturmak demek.

Zilkâde ne demek?

Oturulan ay demek.

Niye bu ismi vermişler acaba Araplar hacdan bir önceki aya?

Geçen gün onların lügatlerini karıştırdım, orada izahını gördüm. Hac Araplar'da eskiden beri geleneksel olarak tarihi bakımdan çok önemliydi. Kabileler hacca gitmek için yola çıkacaklar. Belki bir aydan daha uzun bir yola gidecekler, Kâbe-i Müşerrefe'de hac yapacaklar. Mekke-i Mükerreme'de hac yapacaklar, vazifelerini yapacaklar, o zaman düşmanlıklar, mücadeleler, husumetler, kan davaları, diğer mücadeleler bırakılıyor. Bu sosyal bir mutabakat imiş eski cahiliye Arapları arasında. Yani hac yapılacak, tamam silahları bırakalım, mütareke deniliyor ya hani, silahları bırakalım veya time out diyorlar sporda. Ara verelim, "Sonra yapacağımızı yaparız. Ama şu anda bir ara verelim." diyorlar.

İşte, Zilkâde oturup ara verme ayı.

Neden?

Hacılar hacca gitsin diye. Haccın yapıldığı ayın adı da Zilhicce. Haccın yapıldığı ay demek.

Hicce ne demek?

Bir çeşit ziyaret demek. Yani ziyaretler çok olabilir ama hicce bir çeşit ziyaret, Kâbe-i Müşerrefe'yi ziyaret.

Arapça'da böyle fi'le vezninde olunca, mastarun nev derler.

Bir şeyin yapılış nev'ini, cinsini, şeklini gösteriyor. Bir çeşit ziyaretin yapıldığı ay.

Hangi ziyaret bu?

Hani ev ziyareti mi, komşu ziyareti mi, düğün ziyareti mi vesaire hiçbiri, onlar değildir. Allah'ın Beyti olan Kâbe-i Müşerrefe'yi ziyaret ve usûlüne göre o ziyaretin gerektirdiği vazifeleri yapmak.

Hicce bir çeşit ziyaret. İşte Zilhicce, içinde haccın yapıldığı ay demek. Ondan önceki ayın adı; herkes silahları bırakıyor, oturuyor, mücadeleyi bırakıyor, Zilkâde oturma ayı. Mücadeleyi terk etme ay'ı. Kendi aralarında kabile mücadeleleri olsa bile.

Peki, hacdan sonra ayın adı ne?

Muharrem.

Muharrem de her şeyin, suçun, mücadelenin, kavganın, gürültünün yine haram kılındığı, yasaklanmış olduğu ay demek. Demek ki hacdan önce de yasak, herkes oturuyor silahları bırakıp, hacdan sonra da yasak. Artık hac yapmış, bırak bakalım düşmanın bile olsa, dokunma mânasına. Muharrem de hacdan sonraki ay oluyor. Hicrî yılbaşı oluyor.

Hicrî yılbaşı olması Hz. Ömer zamanında alınmış bir karar. Hz. Ömer radıyallahu anh'ın devrinde Emîrü'l-mü’minînlik yaptığı zamanda, halifeliği zamanında alınmış ama teklifi de Hz. Ali Efendimiz yapmış. Allah şefaatlerine erdirsin. Fikir de Hz. Ali Efendimiz'in fikri, hicret esas olsun diye. Teklifi güzel, bilimsel ve çok isabetli; hayran olduğumuz teklifi yapan Hz. Ali Efendimiz.

Evet, Muharrem ay'ı birinci ay oluyor ama isminin sebebi de artık hacılar yerine varıncaya kadar savaş haram mânasına geliyor. Böylece Zilkâde haram aylardan, Zilhicce zaten haccın yapıldığı ay, o da haram, ondan sonra herkesin yurduna dönmesinin sağlandığı ay Muharrem, o da haram. Üç ay peş peşe demek ki üç ay da haram aylar oluyor. Ama Kur'ân-ı Kerîm'den biliyoruz ki Allahu Teâlâ hazretleri 12 ay yaratmıştır. Bundan dördü haram ay'ıdır deniliyor. Zilkâde, Zilhicce, Muharrem haram aylardır.

Dördüncü haram ay hangisidir?

Bunu da kendi aralarında yine sosyal bir mutabakatla örf, âdet, cahiliye devrinin tarihî hatıraları. Ama orada kalmamış, bizim de dînî hayatımızda. Zamanlamamızın esası olduğu için bugün bizim için de canlı. Dördüncü haram ay da Muharrem'den beş ay sonra gelen Receb ay'ı. Receb ay'ı, bu üç tane birbirine komşu, bitişik haram aylardan çok ayrı geldiği için onun adına Recebü'l-ferd derler. Tek başına kalmış. Öteki ayların arasında haram olmayan ayların içinde. Demek ki Araplar böyle üç ay hac için bir arada mütareke yaptıkları, silahla mücadeleyi bıraktıkları gibi bir de sıkılıyorlar, bir aylık mütareke daha yapıyorlardı. O da Receb. Hatta Receb'in bir adı Recebü'l-asam'dır.

Asam, Arapça'da sağır demek.

Niçin sağır?

Receb ayında da bir düşmanını görse görmemiş gibi olacak, geldiğini bilseler, söyleseler, bilmemiş gibi olacak, sağır gibi.

Neden?

Receb ayında da mücadele olmaz diye karar vermişler, âdet yerleşmiş aralarına. Böylece Receb tek, ilerde gelecek Receb, Muharrem'den beş ay daha geçtikten sonra. O ayları da Allah saadetle idrak etmeyi nasip eylesin.

Üç aylar diyoruz onlara da Receb, Şaban, Ramazan.

O da mânevî sevapların çok olduğu, Peygamber Efendimiz'in ibadetini çok arttırdığı bir mevsimin başlangıcı.

Evet, Muharrem ayına yarın veya öbür gün giriyoruz. Yeni sene. Bir kere hepinizi candan şöyle ayağımızın tozu ile mukaddes beldelerin havası ile tebrik ediyoruz. Yeni hicrî, dînî, kamerî yılınız hayırlı olsun. Yarın veya pazar günü başlayacak olan yeni yılınız hayırlı, mübarek, bereketli olsun. Bu yeni yılın içinde Allah sizi mutlu etsin. Daha nice yıllar mutluluğunuzu devam ettirsin, güzel şeyler yapmanızı nasip etsin, güzel şeylerle karşılaşmanızı nasip etsin. Bu yepyeni seneyi güzel değerlendirmeyi nasip etsin.

En önemlisi bizim için kader. Allah'ın takdiri, o ne dilerse onu takdir edecek. Dua ederiz, Allah bize hayırları mukadder eylesin, alın yazımıza hayırlar yazsın, kaderimize diye. Ama bizim için önemli olan, artık yeni bir ay, yeni bir yıl başlıyor.

Neler yapabiliriz?

Önceden hatırlatıyoruz, konuşmalarımızın esas amaçlarından birisi ibadet zamanlarını kardeşlerimize önceden hatırlatmak.

Bir kere yeni bir ay başlayınca ne yaparız?

 

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in tavsiyesi, bir insanın yeni bir ayın başında,ortasında, sonunda oruç tutarsa bütün ay'ı oruçlu geçirmiş gibi olur. Bu genel bir kaidenin aksetmesi oruca.

Genel kaide nedir?

Allah bir kalbe iyiliği on misli ile değerlendiriyor, daha da fazla olabiliyor. Üç gün oruç tutarsa on misli otuz gün eder. Demek ki en aşağı on misli, mükâfatla bile aşağı mükâfat olan, on misli ile bile mükâfatlandırsa, hakikaten bir ay oruç tutmuş gibi olacağını rakamlar da gösteriyor. Peygamber Efendimiz de buyurmuş. O hâlde biz de bu yeni yılı oruçla karşılayalım.

Ramazan'da orucu tutmuştuk, sevmiştik, biraz da "Şimdi oruca hasret kaldık, özledik." diyelim, oruç tutalım ve Allahu Teâlâ hazretlerine dua edelim.

"Ya Rabbi! Ben bu yeni yıla kendi nefsimi oruçla itaate, bazı şeyleri yapmamaya zorlayarak, sevdiğim bir ibadetle açıyorum, başlıyorum. Sen bu yeni yılımı ve bundan sonraki mütebâki bütün ömrümü böyle günahlardan uzak, sakınarak, sevdiğin vech üzere iyi, kâmil bir müslüman olarak geçirmemi nasip et ya Rabbi!" diye bir kere oruç ile başlayalım.

Bu önemli bir karar.

Bir geçmiş sene var, özel, kendi hayatımız içinde bu geçmiş seneyi değerlendirmeliyiz. Hatıra defteri tutuyorsak, "günce" mi diyorlar, "günlük defter" mi diyorlar, "hatıra defteri" derlerdi. Onu tutuyorsak sayfaları karıştıralım veyahut tutmuyorsak hafızamızı yoklayalım.

Bu geçtiğimiz sene nasıl geçti? İyi mi geçti, kötü mü geçti? İyi şeyler mi yaptık; kendimiz memnun muyuz yaptığımız şeylerden, yoksa üzücü şeyler mi yaptık, pişman mı olduk sonunda?

Geçtiğimiz sene için bir kere tevbe ve istiğfar eyleyelim. Tevbe ve istiğfar her zaman için geçerlidir. Tevbe ve istiğfarın şartı, bir daha günahı işlememeye azm ü cezm ü kast etmektir.

Ne demek?

Azmetmek, kuvvetli karar vermek; kast etmek de, yönelmek demek. Azm ü cezm ü kast etmemiz lazım ki "Bu günahı işlemeyeceğim, şeytana uymayacağım, Allah'a âsî olma durumuna düşmeyeceğim…" diye iyi insan olmaya, iyi şeyler yapmaya azmetmektir tevbenin şartı. Geçmiş günahların bağışlanmasının şartı bir daha onları yapmamaya kesin karar vermektir. Biz de böyle kesin kararlı bir tevbe, tevbe-i nasûh ile tevbe edelim.

Muhterem Kardeşlerim!

Herkes hacca gitmedi ama hacca giden kardeşlerime sesleniyorum. Onlar yavaş yavaş yurda döndüler, bir kısmı döndü, bir kısmını da Mekke-i Mükerreme'de, Medine-i Münevvere'de gördüm. Bir insan haccettiği zaman bütün günahları affolmuş oluyor. Tertemiz oluyor. Annesinden doğduğu gün gibi oluyor. Onların da "Artık ben hacca gitmiştim, günahlarım silinmişti, aman defterime tekrar gölge düşmesin,kara yazı, günah yazılmasın…" diye dikkat etmesi lazım. İyi müslüman olmaya çalışması, bir de başkalarının da iyi müslüman olması için daha çok gayret göstermesi lazım. Çünkü onlar artık özel eğitimden geçen daha bilgili, deneyimli, mübarek müslümanlar oldular, günahlara tevbe etmek lazım. Şairler diyor ki mâzi geçmiştir, yapılacak bir şey yok. Yapılmışsa ne yapalım olmuş bitmiştir, istikbalde gelecek değil, içinde bulunduğu zaman önemli. İçinde bulunduğumuz her zamanı iyi değerlendirmeye gayret edelim. Bu da daima insanın kendi kendisine "Ben ne yaptım?" diye, "Doğru mu yapıyorum, yanlış mı yapıyorum?" diye sorması ile mümkündür.

Bundan sonra bu yeni yılda âdet edinelim.

Her şeyi ben niçin yapıyorum?

"Kur'an'da emredilmiş ondan, Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfte buyurmuş ondan. Bunu böyle yapmak müslümanlar için hayırlı, âhiret için sevaplı onun için yapıyorum…" diye kendi kendimize daima bir işi yaparken sormalıyız, iyi şeyi yapmaya niyetlenmeliyiz. Yaptığımız şeyi eğer İslâmî değilse, "Ben bunu yapıyorum ama İslâmî değil, hıncımdan, kinimden, kızgınlığımdan yapıyorum." veya "Nefsime uyduğumdan yapıyorum." veya "Şeytana uyduk yapıyoruz." filan gibi öyle bir durum sezinlediyseniz, bu işten vazgeçmeye de kendinizi alıştırmanız, kendimizi tutmaya alıştırmamız lazım.

Bir de önümüzdeki yıl için güzel güzel projeler yapalım. Kendi şahsımız için projeler yapalım, bir.

"Ben önümüzdeki yılda hangi esaslara uyarak, hangi prensipleri sıkı bir şekilde uygulayacağım?"

Ailemiz için program yapalım.

" Çoluk çocuğuma İslâm'ı öğreteceğim, her gün Kur'ân-ı Kerîm'den birkaç âyet okuyacağım, ezberleyeceğim, anlatacağım. Her gün birkaç tane hadîs-i şerîf okuyacağım, anlatacağım, evimiz bir medrese, bir ilim yuvası, bir mektep olacak, İslâm'ın öğretildiği mübarek bir yuva olacak. Çoluk çocuğuma da öğreteceğim."

Bu da ailevî bir karar. Güzel kararlar almalı veyahut "Önümüzdeki sene hacca hazırlanalım, haccı inşaallah yapalım…" diye güzel projeleri düşünmek.

Bir de içtimaî hazırlık. Toplumsal olarak bütün müslümanların bir takım şeylere hazırlanması. Bu da çok önemli.

Bunu da aydın, münevver, mütefekkir, alim, lider, gruplarının başında, önünde olan, İslâmî meseleleri iyi bilen müslümanlar ayarlayacak.

"Bu sene topluca neler yapabiliriz? Ne gibi güzel kararlar alırız? Şehrimizde neler yapabiliriz? Oturduğumuz beldemizde neler yapabiliriz? Ülkemizde neler yapabiliriz? İslâm ülkeleri arasında neler yapabiliriz, topluca grup halinde? Dünyaya açılmış bir İslâmî çalışma olarak neler yapabiliriz, İslâm'ı daha nerelere yayabiliriz? Nasıl tanıtabiliriz? Nasıl reklamını yapabiliriz? Nerelerde ne gibi çalışmalar yaparsak İslâm oralara yerleşir? Nerelerde ne kadar müslüman var? O kardeşlerimizle tanışıp acaba onlara yardımcı olabilir miyiz? İstifade edebilir miyiz?" diye bir de içtimaî planlamalar yapmalıyız.

Şahsî, ailevî, beldeye ait belediye diyelim, bir de devlete ait, bir de devletlerarası sahaya ait planlamalar yapalım. Çünkü bu planlamaları yapıp müzâkere ettikçe, toplu hareket ettikçe, İslâm kalkınacak.

İslâm ülkeleri kendi aralarında güzel iş birliği yapsalar, kendi aralarında ekonomik, kültürel iş birliği yapsalar ne kadar güzel şeyler olur.

Biz hac ve umre mevsiminde buradaki yayınları, gazeteleri görmedik, dergileri takip etmedik, televizyonlardan uzak, mübarek bir hayat. Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere'de böyle müstehcenlik yok, ibadet var. Herkes beş vakit namazı ya Mescid-i Haram'da ya Mescid-i Nebevî'de kılmaya çalışıyor. Herkeste bir ibadet aşkı, erkenden kalkılıyor. Bize göre çok erken sabah namazı kılındığına göre, herkes sabah namazına değil, teheccüd namazı kılmaya Harem-i Şerîf'e gidiyorlardı. Güzel. Melek gibi bir hayat, meleklerin yaşantısı gibi sevaplı bir hayat.

Şimdi Türkiye'ye döndük, Türkiye İslâmî bakımdan bu kadar homojen, bu kadar temiz bir manzara da değil.

Neden?

Bir kere müslüman olmayanlar var. İkincisi İslâm dışı birçok müessese var.

Nedir mesela İslâm dışı müesseseler?

Mesela İslâm'da içki haram ama içki var. Mesela İslâm'da haram müesseseler veya ticarethâneler veya eğlence yerleri vesaire haram, yasak, onlar var. Demek ki iyi müslüman değil. Yani İslâm'a göre ayarlanmamış. Bunu kimisi de âdetâ övünerek yapıyor.

"Biz laik bir ülkeyiz."

Laik bir ülke olmak gayr-i İslâmî olan şeyleri yapmak, günahları işlemek demek değil ki. Bu onunla övünüyor; sanki müslüman olmamakla, günah işlemekle, şeytana uymakla iyi bir şey yapıyormuş sanıyor. Hâlbuki laiklik demek; insana, insanların birbirlerine dînî bakımdan baskı yapmaması, itikatlarının, inançlarının gereği huzur içinde, hürriyet içinde yaşaması demek. Bu bir sosyal mutabakat, Avrupa ülkelerinde çeşitli tarikatler, mezhepler varmış, harp etmişler, birbirlerini öldürmüşler, kırmışlar, geçirmişler, katliamlar yapmışlar, yüzlerce yıl birbirleriyle çarpışmışlar sonra demişler ki;

"Bak biz bu inançtan dolayısı ile çarpışmışız, hata etmişiz, yapmayalım bunu."

"Ne yapalım?"

"Laisizmi getirelim. Herkes kendi inancında serbest olsun. Kimse kimseye karışmasın."

Laik ülkelerde bakıyorsunuz dînî partiler var, dînî liderlerin politikaya girmesi var, meclise girmesi var, çalışmalar yapması var. Demek ki bizdekinden farklı bir şey. Bizimki taklit. Bizimki yanlış. Günah işlemek, dine karşı gelmek, tatlı, güzel bir şey değil ama sanki laiklik oymuş gibi, bazıları öyle kötü şeyleri engellemekle sanki insan haklarına saygısızmış gibi düşünüyor.

Bugünkü gazetede vardı. Tanınmış bir manken eroin iptilası dolayısı ile ölmüş. Resimleri var, yere yatmış kalmış, ölmüş genç yaşında.

Şimdi biz bu eroinle uğraşmayacak mıyız? Hürriyet var diye bunu engellemeye çalışmayacak mıyız?

Eroinle uğraş da içki ile uğraşma.

İçki de insanı bu hâle getiriyor, sonunda hasta ediyor, öldürüyor.

Sen onu içiyorsun diye ben onunla uğraşmayacak mıyım?

Onunla da uğraşmamız lazım.

Sömürü, haksız kazanç vesaire bunlarla uğraşmayacak mıyız?

Uğraşmamız lazım

Şunu demek istiyorum. Maalesef ülkemizde günahlar serbest. Günahlara âdetâ müdahale ayıp, günahları işlemek sanki ayıp değil gibi durumlar yanlış. Laikliğe de aykırı bir durum. Türkiye'de durum böyle olduğu için insan Mekke-i Mükerreme'de, Medine-i Münevvere'de melek gibi yaşıyor ama buraya geldiği zaman günahların işlendiği bir diyarda öyle yaşıyor.

Ne yapmak lazım?

Beldemizi, ülkemizi, milletimizi güzel şeylere alıştırmamız için çalışma yapmamız lazım. Çok önemli bu çalışmalar. Bunun da tatlılıkla, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz'in yaptığı şekilde yapılması lazım. Âyet-i kerîmelerin emrettiği şekilde. Bismillâhirrahmânirrahîm:

 

Üd'u ilâ-sebîl-i rabbike bi'l-hikmeti ve'l-mev'ızati'l-haseneti ve câdilhüm billetî hiye ahsen.

Allah'ın yoluna çağıracağız. Bunda durma yok.

Nasıl efendim?

Hikmet ile güzel öğüt ile ve en güzel bir çalışma ile gayret sarf etmekle mücadele edeceğiz, mücadele şart. Ama fazilet mücadelesi bu. Tatlı bir mücadele, insanlara mutluluk götürecek mücadele bu, kötülüklerin engellenmesini sağlayacak bir mücadele, iyiliklerin hâkim olmasını sağlayacak bir mücadele.

İşte yeni yılın içtimaî hedefleri, sosyal hedefleri toplumları ilgilendiren hedefler.

Cumanızı tebrik ederim. Yarın veya öbür gün her neyse iki kabule, iki baza göre girecek olan yeni yılınızı tebrik ederim.

Allah nice nice yıllara sizi mutlulukla, sağlıkla, âfiyetle, huzur ve saadetle ve yolunda yürüyen iyi bir mü'min olarak erenlerden eylesin. Ömrünüzü rızasına uygun geçirmeye muvaffak eylesin, dolgun, hayırlı, verimli çalışmalar yapıp, rızasını kazanmayı nasip etsin. Dünyada ve âhirette bahtiyar eylesin. Cennetiyle, Cemâl'iyle müşerref eylesin.

İnsanın şahsen iyi bir müslüman olmasını ben takdirle karşılıyorum, kendisini kurtarmış oluyor ama başkalarının da iyi olması için çalışmak daha güzel olduğu için ona da özeniyorum, tavsiye ediyorum, temenni ediyorum. İnsan sadece kendisini kurtarmaya çalışmamalı, başka insanları da kurtarmaya çalışmalı. Sosyal yönü kuvvetli, çalışmalar yapan bir müslüman olmalı. Hepinizin böyle arkanızdan bir eser bırakan müslüman olmanızı... Arkanızda doğru yola çekmiş olduğunuz insanların veya her insanın istifade ettiği, dua ettiği eserlerin bırakılmış olmasını temenni ediyorum. İnşaallah çalışmalarınızda nice insanlar doğru yola gelir, hidayete erer. Yaptığınız hayır hasenâtla nice insanlar size hayır dualar ederler, dünyanız, âhiretiniz mâmur ve mesut olur, temenni ediyorum öyle olsun.

Allahu Teâlâ hazretleri hepinizden razı olsun.

Sözümü Peygamber Efendimiz'in mübarek bir hadîs-i şerîfi ile bitirmek istiyorum. Peygamber Efendimiz buyurmuş ki;

Min-sa'âdeti'l-mer'i en-yetûle ömrühû ve yerzukahullahu'l-inâbet. "İnsanın, kişinin, mutluluğunun, saadetinin emaresidir."

Nesi?

En-yetûle ömrühu, "ömrünün uzun olması."

Hepinize uzun ömürler diliyoruz bu hadîs-i şerîfe göre.

Ve yerzukahullahu'l-inâbet. "Ve Allah'ın ona kendisine yönelişi nasip etmesi."

İnâbet Cenâb-ı Mevlâ'ya yönelmek demek. Bu konuda günlerce, yıllarca konuşsak bitmez. Büyüklerimiz hep konuşmuşlar.

Mevlânâ Celaleddîn-i Rûmî bütün konuşmalarında, şiirlerinde aşk'ı işlemiş, Yunus Emre aşk'ı işlemiş,büyük evliyâullah, sofîler, mutasavvıflar, din alimleri aşk'ı işlemişler. En büyük sevgisi Allah sevgisidir. Hakikaten de âşık olunacak, hakîkî gönül bağlanacak Allahu Teâlâ hazretleridir. O bakımdan O'na yönelmek çok önemli.

İnâbet Allah'a yöneliş. Nasip olması çok önemli.

Allahu Teâlâ hazretleri hepimizi uzun ömürlü eylesin, Allah'ı bilen, bulan, O'na yönelmiş olan ve O'nun yolunda çalışan ve O'nun sevgisini, rızasını kazanan, sevgilisi olan, evliyâsı olan kullarından eylesin. Cennetiyle, Cemâli'yle cümlenizi müşerref eylesin.

es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtüh!

Prof. Dr. M. Es'ad Coşan

17.05.1996

 

Kaynak: mecmerkezi.org 

 

26 Safer 1440 Pazar

Arama

Miladi'den Hicri'ye

Hicri'den Miladi'ye